9 Aralık 2016 Cuma

KOCA RAGIP PAŞA

koca ragıp paşa ile ilgili görsel sonucu     Osmanlı devlet adamı, diplomat, şair, kütüphaneci, çevirmen. III. Osman ve III. Mustafa saltanatında 11 Ocak 1757 - 8 Nisan 1763 tarihleri arasında altı yıl iki ay yirmi sekiz gün sadrazamlık yapmış bir devlet adamıdır. Şair kişiliği ile tanınır. 
     Osmanlı Sadrazamı Koca Ragıp Paşa, 1698 yılında İstanbul'da doğdu. Babası defterhane katibi Şevki Mustafa Efendiydi. Yetenekli ve zeki bir insan olduğundan, küçük yaşta babasının yanında Doğu dillerini öğrenmiş, iyi bir öğrenim görmüştü. Bağdat defterdarlığı, Sadaret mektupçuluğu gibi memurluklarda bulunmuş, 1740'ta Reisülküttaplığa, 1743'te de Mısır valiliğine atanmıştı. Bağdat defterdarlığı sırasında bilim, edebiyat ve idare işlerinde gösterdiği başarı, Bağdat valisi Ahmet Paşanın takdirini kazanmış, vali için yazdığı kaside de para bağışı ile mükafatlandırılmıştı. 1756 yılında Sultan Üçüncü Osman'ın sadrazamı olarak sadarete geldi. Sultan Üçüncü Mustafa zamanında da sadrazamlığa devam etti. Devlet memurluklarının alt kademelerinden başlayarak sadrazamlığa kadar yükselen Koca Ragıp Paşa, İmparatorluğunun çözülmeye yüz tuttuğu bir dönemde sadrazamlığı başarıyla yürütmüştür. 1753 yılında Sultan Üçüncü Mustafa'nın dul kız kardeşi Saliha Sultan ile evlenmiş, bu evlilik kendisini padişaha daha da yakınlaştırmıştır. Sadrazamlığı sırasında imparatorluk sürekli barış içinde yaşamıştır. Vilayetlerde asayişin korunması, maliyenin düzeltilmesi, askerin disiplinli eğitimi, savaş gemileri yapımı, Laleli Camii inşası, Koca Ragıp Paşa devrine rastlar. Devlet adamlığını ve edebi kişiliğini bir arada yürüten Koca Ragıp Paşa, yaşarken şiirlerini toplayamamış ancak ölümünden sonra Müstakimzade'nin yardımı ile şiirleri düzenli bir divan halinde toplanmıştır. Koca Ragıp Paşa'nın günümüze kadar gelen ve İstanbul kütüphanelerinin bazılarında asıllları bulunan diğer eserleri ise Münşead Mecmua, Tahrik ve Tevfik, Safinat al Ragıp'tır. 1763 yılında ölen Koca Ragıp Paşa, İstanbul Koska'da kendi adını taşıyan kütüphanenin yanında gömülüdür.

LALELİ BABA


laleli baba ile ilgili görsel sonucuLaleli Baba Hazretleri İstanbul'a damgasını vuran büyük velilerdendir. Kendi adını alan caminin karşısında durmadan ayakkabı tamiri ile meşgul olur­du. Yakasında her zaman bir lale bulunur, sırtında da lale desenli bir cübbe ta­şırdı. Fakat onun herkes tarafından yadırganan bir huyu vardı. Bir defa olsun karşısındaki camiye girip namaz kılmazdı. Bu yüzden kendisine "dinsiz" dam­gası vurdular. Yüzüne karşı bu ağır ithamda bulunanlara karşı o tatlı bir bakışla karşılık verir, kimseyi incitmezdi. Sultan III. Mustafa'nın annesi Laleli Baba'nın bu durumunu duymuş, kendisini bizzat görüp namaz kılmama sebebini sormaya karar vermişti. Bir cuma günü saraydan çıktı ve doğruca Laleli Camii'ne geldi. Laleli Baba yine ayakkabıların tamiri ile meşgul olup camiye gelmedi. Bir ara Valide Sultan haddini bildirmek üzere Laleli Baba'ya doğru yürüdü. Kalın peçesi, simsiyah çarşafı ile tanınması mümkün değildi. Bu sırada Laleli Baba, başını kaldırmadan: "Ne o Sultanım! Sizde mi camiden kaçıyorsunuz?' dedi. Valide Sultan donup kaldı. Tanınmasına şaşırmıştı. Laleli Baba'nın karşısına dikilip: "Eskici, sen nereden tanıyorsun beni?" dedi. Eskici hiç oralı değildi. Sa­kin sakin yine sordu: "Namaza girmeyecek misin Sultanım?" "Gireceğim elbette, fakat beni nasıl tanıdın söyle." "Tanıttılar Sultanım!" "Demek öyle." "Evet." "Bana ne diyorsun bakalım?" "Abdestin var mı?" "Tabi." "O halde namazı birlikte kılalım. Kapat gözlerini ey Sultanım." Laleli Baba'nın sesi yine aynı tatlılıkla yükseldi: "Aç gözünü Sultanım." Valide Sultan gözünü açtığında ne görsün. Beyaz entarileri içinde Kâbe’yi tavaf ediyorlar. Kendisi de onların arasında. Valide Sultan derin derin bir ah çektikten sonra: “Bu eskici, meğerse Allah'ın has bir kuluymuş. Üstelik zavallıya atılma­dık iftira da kalmadı” demekten kendini alamadı. Valide Sultan, Laleli Baba ile Kâbe’de namazlarını kıldıktan sonra önce­den olduğu gibi, gözlerini kapayıp açıncaya kadar tekrar Laleli Camii'nin kapı­sı önüne geldiler. Valide Sultan doğru saraya koştu ve olan bitenleri oğlu III. Mustafa'ya anlattı. III. Mustafa söylenenlere inanmadı. Fakat meraktan da kendini kurta­ramadı. Bir gün hizmetçilerine: "Getirin şu eskiciyi huzuruma, bir de ben göreyim" dedi. Padişahın adamları, Laleli Baba'yı dükkânında uyurken buldular ve uyandırıp Padişahın huzuruna çıkardılar. Görünüşünden bir şey anlaşılmayan Eskici Baba'ya Padişah, alaycı bir eda ile: "Söyle bakalım, dünyanın en güzel şeyi nedir?" Eskici Baba: "Dünyanın en güzel şeyi yemek, 
laleli baba ile ilgili görsel sonucuiçmek ve onları rahatça dışarı atmaktır" dedi. Padişah: "Bu sana göredir" dedi. Laleli Baba: "Size göre de öyledir Sultanım" dedi. Padişah, öfkeli bir şekilde soluyarak gürledi: "Bre neler diyorsun sen? Benim için öyle olamaz" dedi. Laleli Baba: "Pekala olur Sultanım" diye ısrar etti. Padişah: "Madem inat ediyorsun. Sana son bir sual daha. Bana dua edecek olsan, acaba nasıl dua ederdin?" Laleli Baba: "Rahat yemeniz, rahat içmeniz, sonra da rahat def-i hacet etmeniz için dua ederdim." Padişah öfkeden şaşkına döndü ve gürleyiverdi: "Tiz alın şu aptal eskiciyi karşımdan. Hemen götürüp zindana atın da aklı başına gelsin." Laleli Baba mütevekkil, gülerek boynunu büktü ve zaptiyelerin önünde hapsi boyladı. Aradan üç gün bile geçmeden sarayda bir telaş görüldü. Doktorların biri geliyor, biri gidiyordu. Padişah teşhis edilemeyen bir hastalığa yakalanmış, ne yiyebiliyor, ne içebiliyor, ne de abdestini bozabiliyordu. Çaresiz kalmışlardı devalarını bulmada. Padişah, karnındaki dayanılmaz sancının nereden geldiğini anlamakta gecikmedi. "Tiz varın, zindandan Laleli Baba'yı çıkarıp bana getirin" dedi. Laleli Baba'yı zindandan alıp Padişahın huzuruna getirdiler. Laleli Baba, nurlu yüzündeki tatlı tebessümleri ile: "Sultanım, ben de sizi bekliyordum" dedi. Padişah: "Aman Laleli Baba, bana dua etmeyi unuttun. Sen sözünde haklı imişsin. Dünyanın en güzel şeyi senin dediğin şeylerdir. Haydi, dua et de bu müthiş acı­dan kurtulayım." Laleli Baba, hiç nazlanmadı, istenen duayı yaptı. Padişah da sıkıntıların­dan kurtuldu. Saray eski havasına kavuştu. Adettir, Padişah olan padişahlığını gösterir. Sultan III. Mustafa da kerem ve ihsanını göstermek istedi. Kendi yaptırdığı camiye Laleli Baba'nın adını verdi. Sonra da bütün semt Laleli Baba'nın adıyla anılmaya başladı. Laleli Baba'nın türbesi, Laleli Camii'nin avlusuna yapıldı. 1957 yı­lında türbe Kemal Paşa Camii'nin bahçesine nakledildi.



Yüce Allah sırrını mukaddes eylesin.


Kadıköy (iskele) Camii


kadıköy iskele CAMİ ile ilgili görsel sonucu
Bu camii şerif ilk defa hicri 1173-1190, miladi 1757-1774 tarihleri arasında on yedi sene padişahlık yapmış olan III. Mustafa tarafından inşa ettirilmiştir.

III. Mustafa, III. Ahmet’in oğlu olup, III. Selim’in babasıdır ve 26. Osmanlı Padişahıdır. Saltanatı esnasında pek çok cami tamir ettirmiş ve yeniden inşa ettirmiştir. Bunlar arasında 1766 yılında vuku bulan şiddetli zelzele dolayısıyla harap olan Fatih Camiini bütün işlere tercih ederek, temellerine kadar yıktırıp, üç sene on bir ayda yeniden yaptırmıştır ki, Osmanlı mimarisinin son şaheserlerindendir. Ayrıca Üsküdar’da Ayazma mevkiinden annesi Mihrişah Sultan adına yaptırdığı Ayazma Camii ve Paşabahçe iskele caddesinde yaptırdığı ve son zamanlarda kadir bilir halk tarafından yerine aynı isimle inşa edilen cemiyle kendisi ve oğlu III. Selim’in medfun bulunduğu Lâleli Camii III. Mustafa’nın hayır eserlerinin arasındadır.

            III. Mustafa tarafından o vakit Kadıköy’ün sahil kısmında ve iskele civarında yaptırılan bu cami İskele Cami diye anılmaya başlanmış ve bu güne kadar bu isimle yadedilegelmiştir.

Ancak bu cami 1858 yılında yanması dolayısıyla zamanın padişahı Sultan Abdülmecit tarafından kağır olarak yeniden inşa ettirilmiştir.

BÜYÜK YENİ HAN



büyük yeni han ile ilgili görsel sonucu
İstanbul’da Bakırcılar’dan Mahmutpaşa’ya inen Çakmakçılar yokuşu üzerinde XVIII. yüzyılda yapılan bir ticaret hanı.
Beyazıt’tan Sultanhamam’a dik bir yokuş halinde inen Çakmakçılar Yokuşu’nun sağ kenarında ve XVII. yüzyılda yapılan Büyük Vâlide Hanı’nın alt köşesi karşısındadır. Üst tarafında Sandalyeciler, alt tarafında Çarkçılar, arkasında ise Tarakçılar sokaklarının çevrelediği bir alan üzerinde kurulmuştur. Sandalyeciler sokağının üst kısmındaki tek kubbeli Sultan Mustafa Camii’ne bitişik Küçük Yeni Han da komşusu olan Büyük Yeni Han ile aynı zamanda yapılmıştır.
Büyük Yeni Han’ın XVIII. yüzyılın ikinci yarısında Sultan III. Mustafa (1757-1774) tarafından vakıflarına gelir sağlamak üzere yaptırıldığı bilinmekle beraber kuruluş tarihi hakkında açık bilgiler yoktur. R. Ekrem Koçu hanın tarihiyle ilgili olarak birkaç ipucuna işaret eder ki üzerinde durulmaya değer. Hanın bir köşesinde 1177 (1763-64) tarihini gördüğünü yazdığı gibi 1817’de Venedik’te basılmış Ermeni harfleriyle Türkçe bir salnâmedeki bir kayıttan da bahseder. Burada Büyük Yeni Han’ın Sultan III. Mustafa tarafından 1761’de yaptırıldığı bildirilmektedir. Böyle büyük bir yapının inşası kısa bir sürede bitirilemeyeceğine göre yapıma 1761’de başlandığına ve 1763’te tamamlandığına ihtimal verildiği takdirde tarihler arasındaki fark meselesi çözümlenmiş olur. R. Ekrem Koçu’nun yerini belirtmediği tarih ise hanın Çakmakçılar Yokuşu ile Sandalyeciler sokağı köşesindeki kuşevinin altındadır. Bu kuşevi, binanın en üst katının saçağının altında olduğuna göre hanın inşaatının tamamlanması ile bağlantılıdır.
büyük yeni han ile ilgili görsel sonucuHan uzun süre sarraflar tarafından kullanılmıştır. Emniyet Sandığı’nın ilk kurulduğunda Büyük Yeni Han’ın üst katındaki odalarda çalıştığı bilinmektedir. Gl. deBeylié bu hana ayırdığı kısa notunda burayı “Emniyet Sandığı” (Caissed’Epargne) adıyla göstermiştir. 19 Haziran 1868’de açılışı yapılan Emniyet Sandığı 1927’de Cağaloğlu’ndaki binasına taşınıncaya kadar bu handa kalmıştır. Mimarisine zarar vermeyen işlerde kullanılan, muntazam ve temiz bir iş ve ticaret merkezi durumunda olan han XX. yüzyılda hızla değişmiş ve civarındaki hanların hemen hepsinde olduğu gibi burada da odalar, binaya zarar veren küçük sanayi tesisleri ve dokuma atölyeleri tarafından işgal edilmiştir. Büyük Yeni Han’ın yapımından yetmiş seksen yıl sonra burayı gören İngiliz ressamı Bartlett’inMiss J. Pardoe’nin kitabı için çizdiği resimlerden birinde hanın birinci avlusu tasvir edilmiştir. Girişin tam karşısındaki bağlantı bölümü üç kat halinde ikişer kemerli olarak gösterildiğine göre bu durum gerçeğe uymamaktadır. Evvelce bu ara bölümün avluya bakan cephesi önünde de revakların olduğu ve sonraları bunların ortadan kalktığı düşünülürse de böyle bir ihtimal inandırıcı değildir. Fakat şu var ki bu gravür hanın avlusundaki hayatı tüccarları ve malları ile birlikte aksettirmekte, Büyük Yeni Han’ı en temiz ve bakımlı durumu ile tanıtmaktadır.

1900’lü yıllarda İstanbul’da, Dresden Teknik Üniversitesi’ndeki öğrencileriyle bütün eski eserlerin rölövelerini çizmek ve fotoğraflarını çekmek suretiyle çalışmalar yapan Prof. C. Gurlitt bu hanın da bir planını çizdirmiştir. Yalnız bir katın rölövesi olan bu plan eldeki tek çizimdir. Yayımlandığı 1908-1912 yıllarından bu yana hanın üzerinde hiçbir yeni çalışma yapılmamıştır.


büyük yeni han ile ilgili görsel sonucuBüyük Yeni Han, muntazam yontulmuş kesme taş ve tuğlalardan karma teknikte inşa edilmiştir. Sadece en alt kat yalnız taştandır. Han dar ve çok meyilli bir arazide yapıldığından topografya ve şehir dokusuna uyma kaygısı ile oldukça ustalıklı ve muntazam geometrik biçimi olmayan bir plan uygulanmıştır. Hanın esas girişi Çakmakçılar Yokuşu’ndadır. Buradan itibaren bina arkaya doğru uzanır. Odalar dikdörtgen iki iç avlu etrafında toplanmış ve iki avlu birbirinden bir ara kol ile ayrılmıştır. Birinci avlu 42 m., ikinci avlu 25 m. uzunlukta ve 15-12 m. genişliktedirler. Han az rastlanır bir özellik olarak üç katlıdır. Kare kesitli taş pâyelere oturan tuğla yuvarlak kemerli koridorların arkalarında odalar sıralanır. Bunlar da tekne tonozlarla örtülmüştür. Üst katta beşik tonoz kullanılmıştır. Sandalyeciler sokağı cephesi boyunca dış dükkânlar sıralanır. Âbidevî bir görünümü olan giriş cephesinde de sokağa bakan dükkânlar vardır. Girişin kalın demir levha kaplı ahşap kapı kanatları halen durmaktadır. Hanın arkada Tarakçılar sokağındaki girişi arazi meyli yüzünden ancak üçüncü kata açılan bir geçit durumundadır. C. Bildik’in 1948 yılında yazdığına göre bazı odalar vaktiyle burada alışveriş yapan tüccar ve sarrafların servetleriyle mütenasip bir şekilde tezyin edilmiştir. Bazı odalarda malakârî tezyinat ile edirnekârî resimler ve sanatkârane yapılmış musandra ve şirvanlar mevcuttur. Aynı yazar bilhassa 34 numaralı odanın çok gösterişli bir tonoz süslemesi olduğuna da işaret eder.

FATİH CAMİİ

fatih camii ile ilgili görsel sonucuNi’mel-emir Fatih Sultan Mehmed Han tarafından yaptırılan Fatih Külliyesinin inşaatı H.867-1463’te başlamış H.875-1470 tarihlerinde tamamlanmıştır. Cami, medrese, türbe, darüşşifa, tabhane, imaret, kervansaray, hamam ve arasta binalarından oluşan muazzam külliyenin mimarı Atik Sinan’dır. Mimar Ayas’ında külliye inşaatında çalıştığı bilinmektedir. Cami ve külliye bir çok deprem ve yangınla karşılaşmış, bazı birimleri yok olmuştur. Kalan kısımlar bir çok kere tamir geçirmiş, fakat H.1180-1766 yılındaki zelzeleye dayanamamıştır. Bir ana kubbe, mihrap tarafından bir yarım kubbe ve yanlarda üç küçük kubbenin bulunduğu, Türk mimarisinin en önemli gelişim halkalarından biri olan bu cami büyük tadilat gördüğünden 1767-1771 yılları arasında Sultan 3. Mustafa tarafından yeniden yaptırılmıştır. Mimar Mehmet Tahin Ağa, Şehzade ve Sultan Ahmet Camilerinin planını tatbik etmiş, ana kubbe dört yönden yarım kubbelerle desteklenmiştir. Fatih Camii’nin ilk yapısından günümüze ulaşan kısımları; tevaklı avlu duvarları, şadırvan, kitabeli taç kapı, mihrap ve ilk şerefeye kadar minare kaide gövdeleridir. Caminin sol tarafında bulunan rampalı hünkar mahfeli Sultan 3. Mustafa tarafından ilave ettirilmiştir. Önceden tek şerefeli olan minareler çifter şerefeli olarak yapılmıştır. Ana girişin sağında yer alan minare kaidesinden Ali Kuşçu tarafında yapıldığı tahmin edilen güneş saati mevcuttur. Yeniden inşa edilen Fatih Camii’nin bütünü Türk sanat geleneklerini yansıtmakla beraber süslemeler barak üslubudur.
fatih camii ile ilgili görsel sonucu Sultan 1. Mahmut 1742’de türbe tarafına bir kütüphane, vezirlerinden Ahmet Paşa’da hazine duvarına bir çeşme ilave ettirmiş. Sultan 2. Mahmut 1825’de avlu girişinin yanında bir yangın havuzu ve çeşmeler yaptırmıştır. 2. Mahmutun annesi Nakşidil Valide Sultan için türbe, sebil ve sıbyan mektebinden oluşan yapı gurubu hazinenin sonuna bitişik yapılmıştır. Hazinesinde bir çok meşhur zevatın  kabirleri bulunmaktadır. Fatih’in hanımı Gülbahar Hatun’un türbesi ve Gazi Osman Paşa’nın türbesi de hazinede yer almaktadır.

 Fethi müjdeleyen hadisinde peygamberimiz Hz. Muhammed (s.a.v.) şöyle buyurmuştur.”istanbul bir gün mutlaka feth olacaktır. O’nu feth eden kumandan ne güzel kumandan. O’nu feth eden asker ne güzel askerdir.”

AYAZMA CAMİ

ayazma camii ile ilgili görsel sonucuAyazma Camii, İstanbul'un Üsküdar ilçesinin Aziz MahmudHüdayi Mahallesi'nde yer alan, Osmanlı Dönemi'nden kalma tarihi bir camidir. 26. Osmanlı Padişahı III. Mustafa tarafından, annesi Mihrişah Emine Sultan ve ağabeyi Şehzade Süleyman adına yaptırılmıştır. Mimarı Mehmed Tahir Ağa'dır. Yapımına 1758 yılında başlanan cami, 2 yıllık inşaat sürecinden sonra 1760 yılında ibadete açılmıştır. Cami mimari olarak Osmanlı ve Barok esintilerini yansıtmaktadır.
Yıldırım düşmesi sonucu yıkılan caminin minaresi, 1872 ve 1881 yıllarında yeniden inşa edilmiştir. 1953 yılında tekrar onarılan cami, yakın zamanda tekrar restorasyona girecektir.
Caminin bulunduğu yerde daha önce Ayazma Sarayı ve bahçesi olduğundan bu ismi almıştır. Mimari stil olarak batı etkilerinin görüldüğü bir camidir. Üç kapılı avludan camiye merdivenle çıkılır. Minaresi tek şerefeli merkezi kubbeli, kubbe de dört taşıyıcı payandaya oturtulmuş ve tabanı mermerlerle döşenmiştir. Güney cephesinde III. Mustafa Türbesi'nde olduğu gibi bir kuş evi dikkat çeker. Minberinde oymalı renkli mermerden, mihrabın içi kırmızı somakidendir. Binanın batısındaki hünkar mahfilinin duvarlarında İtalyan çinileri yer almıştır. Cami içinde Hattat Seyyid Abdullah ve Hattat Seyyid Mustafa`nın yazıları vardır. Haziresinde 43 adet mezar bulunmaktadır. Sol köşesinde bulunan Sultan III. Mustafa Çeşmesi, Şair Zihni'nin kitabesi ile süslüdür.
Arkasında, yine aynı tarihte yaptırılıp; 1914 yılında yeniden inşa edilen Şemsipaşa İlköğretim Okulu vardır.
Caminin Giriş Kitabesi
Caminin giriş kitabesi, 1760 yılında Şeyhülislam Veliyüddin Efendi tarafından 5 satır nesir olarak yazılmıştır. Nesir kitabenin altında, Sadrazam Koca Mehmed Ragıp Paşa'nın tarih düşürdüğü 2 beyitlik şiir yer almaktadır.

ayazma camii ile ilgili görsel sonucuEâzım-ı selatin-i izam, efhar-ı havakîn-i kiram, imam-ı ehl-i sünnet ve'l cemaat, mukteda-yıkevakib-i sipihr-i hilafet, hâdim-i Haremeyni'şŞerefeyn, bâsıtü'l-adli beyne'lhafikeyn, es-Sultan Mustafa Han, ibn-is-Sultan Ahmed Han, ibn-is-Sultan Mehmed Han halledallahudevletehu ilâ inkırazi'z-zaman ve ebbedesaltanatahu ilâ ahiri'd-deverân hazretleri iş bu camii şerifi ve ma'bedimünifihasbeten li vechillahi'l-kerîm ve taleben li merzati'r-Rabbi'r-rahim müceddeden bina ve ihya buyurup bu hayr-ı cesimlerinin sevabını vasıl-ı rahmet-i Rabbi'l-alemîn olan valide-i muhteremeleri merhume ve mağfuretünleha Mihrişah Emine Hatun tabeseraha ila calis-i serir-i cennet olan birader-i ekberleri merhum ve mağfurun leh Şehzade Sultan Süleyman aleyhir-rahmeti ve'l- gufranın ruh-u pür fütuhlarına hibe ve ihda buyurmaları ile Cenab-ı Hakk ve Feyyaz-ı Mutlak bu misüllü nice müberrat-ı cezîleye mazhar eyleye... Amin... Sene erbaa ve seb'ine ve miete ve elf
Mukteda-yıehl-i sünnet camii mecmu-ı hayr
Kıldı çün bu mâbed-i zîbâyı inşa bîrîya
Sadr-ı asrı bendesi Ragıbdidi tarihini
Cami-i ra'na bina-ı Şah Sultan Mustafa
Ketebehued-daiVeliyüddinufiyeanhu.

Büyük sultanların büyüklerinden, cömert düşünceli sultan, Peygamberimizin hareketlerine uygun cemaatin imamı, yıldızların uyduğu hilafet yıldızı, iki Harem-i Şerif'in hizmetkarı, yaygın adaletin, doğu ve batının beyni, zaman sönene kadar Allah'ın sureti ve mutluluğu ve ebedi saltanat ile devrin sonu Sultan Mehmed Han oğlu Sultan Ahmed Han'ın oğlu Sultan Mustafa Han hazretleri bu cami-i şerifi ve yüksek mabedi Allah'ın yüce yüzü hürmetine ve yüce Allah'ın rızasını istediği için, yeni baştan yaptırdı ve onardı ve bu büyük hayırlarının sevabını Yüce Allah'ın rahmetine kavuşan muhterem valideleri rahmetli ve bağışlanmış Mihrişah Emine Hatun ile bu zamana kadar cennetin tahtına oturmuş olan büyük ağabeyi rahmetli ve bağışlanmış Şehzade Sultan Süleyman'ın rahmetinin hakkı için ve Cenab-ı Allah'ın rahmeti için ve temiz ruhlarının ilahi lütfa ulaşması için bağış ve hediye etmesi ile şüphesiz bereket veren Cenab-ı Allah buna benzer çok çok sevap ve hayra ulaştırmasını nasip eylesin... Amin... Sene 1174
ayazma camii ile ilgili görsel sonucu 
Ehl-i sünnetin imamı hayırları camiye topladı
Bunun için bu mabedi gösterişsiz inşa etti
Sadrazamlığın hizmetçisi Ragıp dedi tarihini
Şah Sultan Mustafa'nın güzel cami binasının

Bunu duacı Veliyüddin yazdı. Allah onu affetsin.

OSMANLI’DA KAFES SİSTEMİ

osmanlıda kafes sistemi ile ilgili görsel sonucu
Kafes usulü, Osmanlı devleti döneminde kardeş katline engel olmak ve dolayısıyla hanedanın erkek sayısının azalmamasını sağlamak için I. Ahmet döneminde ortaya çıkan uygulamadır. I. Ahmet, veraset sistemine ekber ve erşed kanunu getirir. Yani tahta en büyük ve en olgun olan kişi geçecektir. Diğer haneden üyeleri ise muhafızlar gözetiminde bir "kafes" te yaşam sürdürecektir.

Anlaşılacağı üzere, kafes usulü en başta uygulamaya tabi olan şehzadelerde psikolojik sorunlara yol açmış; onların halktan ve devlet işlerinden uzaklaşmasına neden olmuştu. Tahta sonradan geçecek olsa bile en büyük kardeş uzun bir müddet kafeste kalabiliyor, tahta çıktıktan sonra devlet işlerine yabancı kalıyordu. Nitekim sırasını bekleyen şehzadelerin kafesten çıkamayıp öylece öldükleri de bilinmektedir. Ayrıca kafesteki şehzadeler sadece hizmetkarlarla, devrik sultanlarla ve harem kadınlarıyla temas edebiliyordu. En büyük zararı ise devletin başına geçen padişahın bu sistemden ötürü tecrübesiz olmasıydı.

PATRONA HALİL İSYANI

patrona halil isyanı ile ilgili görsel sonucu
PATRONA HALİL
Osmanlı tarihine Lale Devri adı ile geçmiş olan dönem (1718-1730 )  İstanbul’da çıkan Patrona Halil isyanı ile sona erdi. Lale devri olarak bilinen bu dönemi sona erdiren isyanın çeşitli siyasi, ekonomik, sosyal ve idari sebepleri vardı. 

12 yıl boyunca sadrazamlık görevinde bulunan Damat İbrahim Paşa’dan memnun olmayan ve ona karşı olan devlet adamları, devlet içerisinde yapılan ıslahatların Yeniçeri Ocağında da yapılacağı yönünde söylentiler çıkararak Yeniçeri Ocağını kışkırttılar.

İran seferinde artan başarısızlıklar ve bozgun haberlerinin İstanbul’a ulaşması, Padişahın sefere çıkacağı haberlerine karşın bunun bir türlü gerçekleşmemesi Damat İbrahim Paşa yönetimine karşı muhalefetin artmasına sebep oldu.

Bununla beraber ekonomik sıkıntıların baş göstermeye başladığı halkın sıkıntılarının arttığı bu dönemde, lüksün zevk ve sefanın artması, sarayların,konakların,bahçe düzenlemelerine harcamalar yapılması kısacası şaşanın artması isyan tertip edenlerin işlerini kolaylaştırdı, halkı yanlarına çekmek için iyi bir fırsat verdi. Dönemin vakanüvisi (devlet tarihçisi
)  Mehmed Raşid Efendi ve İsmail Asım Efendi de isyanının nedenini buna bağlar. Halkın ekonomik sıkıntısına ve yüksek enflasyona rağmen geceli gündüzlü verilen ziyafetlerin, çırağan eğlencelerinin, sefere çıkmak istemeyen padişah ile sadrazamının Davutpaşa Sarayı bahçelerine giderek burada bülbül dinlemelerinin en önemli etken olduğunu ifade eder.

İsyan hazırlığını yapan devlet adamları isyanı başlatması için Kapalıçarşı’da tellaklık yapan Patrona Halil’i buldular.

Arnavut asıllı Halil,Patrona lakabıyla tanınan,disiplinsiz davranışlarının haricinde Nis ve Vidin’de çıkan yeniçeri ayaklanmalarına katılarak idam cezası alan ancak idamdan kurtulmuş biriydi.İdamdan kurtulduktan sonra İstanbul’a geldi ve gönüllü olarak yeniçeri cağında görev aldı. Patrona Halil diğer birçok yeniçeri gibi barış dönemlerinde zanaatla uğraşmakta ve Kapalıçarşı’da  tellallık yapmaktaydı.

patrona halil isyanı ile ilgili görsel sonucuİsyanın altyapısı uzunca bir süre kahvehanelerde ve camilerde yapılan propaganda ile hazırlandı. Patrona Halil ve arkadaşları 2 Eylül 1730 tarihinde Beyazıt’taki hamamda son bir toplantı yaptılar ve 28 Eylül Perşembe günü isyan etmeyi kararlaştırdılar. 28 Eylül günü özellikle seçilmişti. Çünkü o gün başta padişah olmak üzere diğer devlet adamları Seferi Hümayun için Üsküdar’a geçeceklerdi. Perşembe sabahı devlet adamlarının Üsküdar’da bulunduğu sırada Beyazıt Camii önünde toplanan isyancı grup esnafı ve halkı şeriatı tatbik etmek için isyana davet ettiler, kendilerine katılmaya çağırdılar. Halktan ve esnaftan alınan destek ile isyan kısa sürede büyüdü. 30 kişiyle başlayan isyan birkaç saat sonra binlerce kişiden oluşan bir kalabalık halini aldı. Patrona Halil ve arkadaşları Yeniçeri Ocağına da girerek burada bulunan askerleri de yanına çekti. İsyancılar hapishanelerdeki mahkumları salıverdiler. Sayıları hızla artan isyancılar Sultanahmet’teki At meydanında toplandılar.

Bu gelişmeler üzerine Padişah III.Ahmet Topkapı sarayına geri döndü. Padişah isyancıların isteklerini öğrenmek ve isyanı sonlandırmak için bir heyet gönderdi. Ancak bu yumuşak tutum isyancıların daha da pervasızlaşmasına sebep oldu. İsyancılar Padişahtan Sadrazam Nevşehirli Damat İbrahim Paşa, donanma komutanı kaptan-ı derya Kaymak Mustafa ve Şeyhülislam Abdullah Efendinin de bulunduğu otuz yedi kişinin kendilerine teslim edilmesini istediler. Bu arada isyancılar Topkapı Sarayının etrafını çevirmiş hatta saraya erzak girmesini engellemeye başlamışlardı. Bu gelişmeler üzerine Padişah III.Ahmet katli istenen devlet adamlarını görevden aldı ve yerlerine yeni tayinler yaptı.Ancak bu isyancılar için yeterli değildi. III.Ahmet bunun üzerine isyancıların isteklerine boyun eğmek zorunda kaldı ve bu kişileri boğdurarak cesetlerini öküz arabaları ile at meydanına gönderdi. (Ulemanın Şeyhülislam’ın katlinin caiz olmadığı yönünde fetva vermesi üzerine isyancılar bu isteklerinden vazgeçmek zorunda kaldı.)

İsyancıların isteği yalnızca bu değildi. Üçüncü gün padişahtan birçok yeni tayin istediler.III.Ahmet isyanı kısa sürede sonlandırmak için bu istekleri de karşıladı ancak isyancıların istekleri bitmek bilmedi.İsyanın ilk günlerinde padişaha sadakatle bağlı olduklarını, ondan memnun olduklarını söyleseler de isyancılar kısa süre sonra asıl niyetlerini ortaya koymaya başladılar. III.Ahmet’in hal’ini istediler. III.Ahmet ise isyanın sona erdirmek için kardeşi Mustafa’nın oğlu şehzade Mahmud’a saltanatı bıraktı.Saltanatı yeğenine bırakırken de ona şöyle nasihatte bulundu :

Ey oğul!
Vezirine teslim olma. Daima ahvalini araştır ve beş-on sene birini vezarette müstakil istihdam eyleme ve kalemi düruğlarına asla itimat etme. Merhamet sahibi ol. Cömertliği elden bırakma. Gayet tasarruf üzere ol. Halen hazinelerde bulunan malı zayi etme. İşi kendin gör, ele itimat etme. İşte benim ahvalim sana nasihat için yeterlidir. Hacet sahiplerine adaletle davran. Kimsenin bedduasını alma. Şehzadeler sana emanettir. Oğlum, devlet işlerini baban (II. Mustafa) ve ben (III. Ahmet) başkalarına bıraktığımızdan bu durum başımıza geldi. Sen bizzat idareyi eline al! Allah saltanatını mübarek etsin!

patrona halil isyanı ile ilgili görsel sonucu
Yeni padişah I.Mahmut’un tahta oturduğu günlerde hakimiyet tam olarak isyancıların elindeydi. İsyancılar yeni padişahtan, istedikleri kişileri önemli mevkilere getirmesi yönünde baskı yaptılar ve padişah da bu istekleri kabul etmek zorunda kaldı. Buna karşın I.Mahmut da başta yeniçeriler olmak üzere isyandan zarar gören devlet adamalarını kendi yanına çekmesini bildi. Sonrasında Patrona Halil’i Rumeli Beylerbeyliğine tayin etti ve Hil’at giymesi için 25 Kasım 1730’da Topkapı Saray’ına davet etti. Revan Köşkünde padişahı bekleyen Patrona Halil’i yeniçeriler karşıladı. Yeniçerilerin saldırısı ile Patrona Halil öldürüldü. Sonrasında dışarıda bekleyen asiler de teker teker içeri alındı ve hepsi öldürüldü. Böylece isyancılar ortadan kaldırıldı. Devlet otoritesi yeniden tesis edildi.



Lale Devri

lale devri osmanlı ile ilgili görsel sonucuLALE DEVRİ
 Lale Devri, "Zevk ve sefa" devri olarak bilinir. Adını, o dönemde İstanbul'da yetiştirilen ve zamanla ünü dünyaya yayılan lale çiçeklerinden alması, çok sonradan olmuştur. Bu dönem Osmanlı İmparatorluğunun hiçbir devrinde Lale Devri olarak anılmamıştır.
Ancak tarihçi Ahmet Refik Altınay, Osmanlı tarihindeki bu ihtişam, eğlence devrini anlatan eserine “Lale Devri” adını vermesiyle bu dönme “Lale Devri”  olarak anılmıştır.
     Lâle Devri, (Osmanlı Türkçesi: لالهدورى) Osmanlı Devleti'nde, 1718 yılında Avusturya ile imzalanan Pasarofça Antlaşması ile başlayıp, 1730 yılındaki Patrona Halil İsyanı ile sona eren dönemdir. Bu dönemin padişahı III. Ahmet, sadrazamı Nevşehirli Damat İbrahim Paşa'dır.
      Memleketteki siyasi hayat bir dereceye kadar sessizliğe kavuşmuş, bazı medeni hamlelere girişilmişti. Bu arada devletin ileri gelenleri zevke, eğlenceye daha çok düşmüşlerdi. Lale Devri’ne damgasını vuran kişi Sadrazam Nevşehirli Damat İbrahim Paşa olmuştur. İbrahim Paşa 1718’de ağır koşullar altında imzaladığı Pasarofça antlaşması ile Avusturya ve Venedik’e karşı sürdürülen savaşa son vermişti. Avrupa ülkelerinin gittikçe güçlenmekte olduğunu ilk fark eden kişilerden olan İbrahim Paşa barışçı bir ortam yaratmak ve batıyı daha yakından tanımak için İstanbul’daki batılı ülke elçileriyle yakın ilişkiler kurdu, bir yandan da Avrupa ülkelerine elçiler göndererek buralardaki toplumsal ve ekonomik yaşamı tanımaya çalıştı.
lale devri osmanlı ile ilgili görsel sonucu    Çeşitli imar ve ıslahat faaliyetlerinin yoğun olarak yaşandığı Lale Devri, kapıların Avrupa kültürüne aralandığı bir devir olmasının yanı sıra kağıt fabrikalarının , çini atölyelerinin kurulması, matbaanın getirilmesi ve İstanbul'daki yangınları önlemek için yeniçerilerden Tulumbacılar adı verilen bir itfaiye ocağı kurulmuştur.
    Sarayın devlet ileri gelenlerinin bu çılgınca eğlence, zevk ve safaları halk arasında gittikçe büyüyen bir hoşnutsuzluk uyandırıyordu. Bunun üzerine Beyazıt Hamamı tellaklarından Patrona Halil diye tanınan biri, çevresine toparladığı kimselerle büyük bir ayaklanmanın başına geçti. Bu ayaklanma sonunda Damat İbrahim Paşa öldürüldü. 3. Ahmet tahtan indirildi. Ayasofya’daki 3. Ahmet çeşmesi bir yana, bütün yalılar, köşkler yıkıldı. Böylece Lale Devri çok feci son buldu.

Sultan III. Mustafa'nın Yaşamından Ekler

Sultan Üçüncü Mustafa 28 Ocak 1717 günü İstanbul'da dünyaya geldi. Babası Sultan Üçüncü Ahmed, annesi Mihrişah Sultan'dır. Sultan Üçüncü Mustafa orta boylu, iri gözlü, yassı burunlu ve siyah sakallı idi. Heybetli ve kuvvetli bir vücuda sahipti. Çok iyi bir tahsil yaptı. Astroloji ile meşgul oldu. İslam ve Osmanlı tarihlerini inceledi.

Sultan Üçüncü Mustafa son derece dindar, tutumlu, müşfik, çalışkan ve cömert bir insandı. İki dakika süren ve İstanbul'un hemen hemen yarıdan fazlasını yıkan büyük depremde evlerini, yakınlarını kaybeden halka kendi kesesinden yardım etti. Adaletle hükmeder haksızlıklara asla göz yummazdı. Yalandan, riyadan ve rüşvetten nefret ederdi. Asla gurura kapılmaz, büyüklük taslamaz, yapamayacağı işleri vaadetmezdi.

Sultan Üçüncü Mustafa, yenileşmenin gerektiği fikrindeydi ve Islahat yapmak istiyordu. Prusya Kralı İkinci Frederik'in ıslahat hareketlerini duymuş, Ahmed Resmi Efendi'yi ona göndermişti. Prusya Kralı İkinci Frederik, Sultan Üçüncü Mustafa'ya Ahmed Resmi Efendi aracılığı ile başarısının üç altın anahtarı dediği öğütlerini gönderdi.

- Bol bol tarih okuyun, eski tecrübelerden faydalanın.

- Güçlü bir orduya sahip olmaya çalışın ve barış zamanında askerlerinizi sürekli eğitime tabii tutun.

- Hazineniz daima parayla dolu bulunsun, ekonomiye önem verin.

Sultan Üçüncü Mustafa, bu öğütleri dinledikten sonra acı acı güldü. Sonra da "Biz de bunları yapmak niyetindeyiz, lakin yolu nedir?" diye mırıldandı. Memleketine en büyük felaketin Rusya'dan geleceğine düşünüyordu. Müdafaa için geceli gündüzlü çalışarak her türlü hazırlığı yaptı. Savaşlarda kullanılmak üzere hazineyi altınla doldurdu.

Süveyş Kanalını bile açtırmayı düşünüyordu. Fakat iş başına getireceği yetenekli devlet adamlarının olmaması onu üzüyordu. Rus Savaşı sırasında üzüntüsünden hastalandı ve kalp yetmezliğinden dolayı 21 Ocak 174 günü vefat etti.

Sultan Üçüncü Mustafa orduda bir yenileşme gerektiği fikriyle hareket ediyordu. Askerlere eğitim kuralları getirdi. İtirazlara aldırmadan tüfeklere süngü taktırdı. Yeni bir tophane kurdurup güçlü toplar döktürdü. Bahriye, istihkam ve topçu okulları açtı. Yaşlı başlı subaylara bile eğitim mecburiyeti getirdi.

Ordudaki ıslahat konusunda Baron de Tott adlı Macar uyruklu Fransız'dan çok yararlandı. Baron Tott, Osmanlı topçu sınıfını yeniden ele alıp modernize etti ve askere Avrupa usulü eğitim yaptırdı.

Sultan Üçüncü Mustafa şair bir padişahtı. Cihangir mahlasıyla yazdığı şiirler çok meşhurdur. Şiirlere "El fakir Mustafa Han Salis" şeklinde imza atardı. Şiirlerinden birisinde şöyle der:

"Yıkılupdur bu cihan sanmaki bizde düzele
Devlet-i çerh-i deni verdi kamu müptezele
Şimdi ebvab-ı saadetle gezen hep hezele
İşimiz kaldı heman merhamet-i Lem Yezel'e."

III. Mustafa'nın Hayatı

3. mustafa ile ilgili görsel sonucu
III. MUSTAFA   

Doğum tarihi: 28 Ocak 1717  
Padişah Olduğu Tarih: 30 Ekim 1757
Ölüm tarihi: 21 Ocak 1774
Babası: Sultan III. Ahmed 
Annesi: Mihrimah Sultan
Doğum yeri:İstanbul
Ölüm yeri: İstanbul


3. mustafa ile ilgili görsel sonucu
 III. Ahmed’in 1717 yılında Emine Mihrişah Sultân’dan dünyaya gelen oğludur. Laleli Camiinin bânisi olan III. Mustafa, Ekim 1756 yılında III. Osman’ın vefatı üzerine Osmanlı tahtına oturmuş ve 1769 tarihinden itibaren de Gâzi ünvanını kullanmıştır. Müneccimlik ve ilm-i nücûma aşırı bir ilgisi olduğu söylenmektedir. Şâir, hattât ve âlim bir padişah olan III. Mustafa, sadrazamı Koca Râgıb Paşa olması hasebiyle, saltanatının ilk on yılını huzur içinde devam ettirmiştir. Râgıb Paşa, akıllı bir vezirdir ve Padişahın harp ilanı arzularını 6 yıl boyunca dirâyetle reddetmiştir. 1757’de son cülûs bahşişini veren ve daha sonra bu âdeti ortadan kaldıran III. Mustafa, devlet hayatındaki problemleri ıslaha meyilli, malî konularda hassâstır. Süveyş Kanalını açmayı düşünen devlet adamlarındandır. Kapıkulu Ocaklarını rahatsız etmeden bazı reformlar yapmaya çalışmış; piyadeye dokunmadan topçu ve bahriye subayları yetiştiren Mühendishâne-i Berrî-i Hümâyûn ve Mühendishâne-i Bahrî-i Hümâyûn’u kurmuştur. 22 Mayıs 1766 yılında büyük İstanbul depremi onun zamanında olmuştur. Avrupa’da iktidar depremleri olurken, Osmanlı Devleti bu depremlerden etkilenmemiştir.

Rusların andlaşmalara aykırı olarak Polonya’ya asker sokması, Fransızların teşvik etmesi ve Padişah’ın savaşa meyilli olması, Ekim 1768’de Rusya’ya karşı harp ilan edilmesine sebep olmuştur. Çariçe II. Katerina komutasındaki Rus orduları, önce Kırım Han’ı Giray Han’ın darbelerine maruz kalmışlar ise de, Osmanlı ordusunun tecrübesiz ve hazırlıksız olması hasebiyle, 1769 son baharında Polonya’nın kapısı olan Hotin’i teslim almışlardır. 

Karadeniz Osmanlı Gölü olması sebebiyle Fin Körfezinden Akdeniz yoluyla sürpriz bir şekilde Mora’ya Rumlarla birlikte asker çıkaran Ruslar, 1770 Nisan’ında perişan edildiler; ancak Baltık Filosu ile Ege’ye yönelen Rus kuvvetleri Temmuz 1770’de Koyun Adaları açıklarında Osmanlı gemilerine karşı büyük kayıplar vererek çekildi; sonra da Çeşme Limanında Osmanlı gemilerine baskın düzenleyerek çok büyük kayıp verdirdiler. Avrupa’da büyük akisler uyandıran Çeşme Baskınının intikamı Cezayirli Hasan Paşa tarafından alındı.

İşte Osmanlı Devleti’nin asırlardır, yani en az 1453 yılından beri dünyada tek süper güç olarak hayatını devam ettirmesi, bundan sonra meydana gelecek olaylarla sona erdi. Çünkü Kont Romanzov komutasındaki Rus kara askerleri Boğdan’ın Kartal (Larga) denilen bir mevkiinde Sadrazam İvaz-zâde Halil Paşa’yı Ağustos 1770 yılında mağlup ediyor ve Bender Rusların eline geçiyordu. Rusya bununla da kalmadı ve Kırım’ın kapısı olan Orkapı’yı kuşattı. Çariçe, Osmanlı Devleti’nden ayrılırsa bağımsız bir devlet olarak kabul edeceğini söyleyerek Kırım’ı ikiye böldü ve Kırım Rus işgaline mecburen boyun eğdi (Temmuz 1771). Artık Osmanlı Devleti dünyanın 1. Devleti olma özelliğini kaybetmişti. 1771 yılı içinde Ruslar Eflak’i yani Romanya’yı işgal ettier. Arkasından Dobruca’dan Bulgaristan’a giren Rusların bu ilerlemeleri, açtığı harp sebebiyle devletin başına büyük felâketlerin gelmesine sebep olduğunu düşünen Padişah’ı zora soktu ve sıkıntılar içinde nüzûl hastalığına tutularak vefât etti (Ocak 1774). Osmanlı Devleti’nin gerileme dönemini başlatan Kaynarca Andlaşması, III. Mustafa’nın vefâtından sonra I. Abdülhamid devrinde imzalanacaktı.

ZEVCELERİ: 1- Ayn’ül-Hayât Baş Kadın Efendi. 2- Mihr-i Şâh Vâlide Sultân; Baş Kadın Efendi ve III. Selim’in annesi. 3- Rif‘at İkinci Kadın Efendi. 4- Ayşe Âdil-şah Üçüncü Kadın Efendi. 5- Fehîme Üçüncü Kadın Efendi. 6- Binnaz Üçüncü Kadın Efendi. 

ÇOCUKLARI: 1-Şehzâde Mehmed. 2-Şehzâde Sultân Selim III. 3-Şah Sultân; 4- Beyhân Sultân;
 5- Hatice Sultân; 6- Fatma Sultân; 7- Hatice Sultân; 8 - Hibetullüh Sultân; 9- Mihrimah Sultân; 
10- Mihrişah Sultân .